Advertisement

Main Ad

DİSTOPİK BİR FOTOROMAN: LA JETÉE

 “Bu film, çocukluğuna ait bir görüntüden çok etkilenmiş bir adamın öyküsüdür. Onu bu derece etkileyen olay, Üçüncü Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Orly Hava Limanı Peronu’nda meydana geldi. O, bu olayın anlamını çok sonradan çözebildi.”


 Usta yönetmen Chris Marker’ın yönettiği (1962) yapımı başyapıt La Jetee yalnızca 28 dakika uzunluğunda olmasına rağmen, yönetmenin tek uzun metrajlı filmi olarak kaydedilir, diğer filmleriyse kısa ya da belgesel janrlarında anılabilir. Döneminin çok ötesinde bir bilim kurgu olmakla beraber şiirsel sinemanın önemli örneklerindendir. Yalnızca Yeni Dalga Fransız filmleri arasında değil dünya sineması arasında da öncü rolü oynamıştır. Film boyunca seyirciye verilmek istenen karamsarlık ve bohem duygusu kırık dökük binalar, karanlık yoğun bulutların şehrin üstüne çökmesi, bir yeraltı laboratuvarı ve bunun gibi nicesi siyah beyaz fotoğrafların ardı sıra sıralanmasıyla birlikte voice-over denilen anlatıcı sesle fotoğraf karelerine can katarak bütünü oluşturmuş ve duygu güçlü bir teknikle aktarılmıştır. Bu yöntem Terminator, 12 Maymun gibi filmlere de esin kaynağı olurken, sinema adına değerli bir formatı da beraberinde getirmiştir.

 Filmin konusu kısaca şöyledir: Havaalanında açılan sahne ile birlikte bir adam iskele deki bir kadına doğru koşmaya başlar ama tam o sırada adam vurularak yere yığılır. 3. Dünya savaşı başlamış, Paris yıkıma uğrarken, dünya yaşanmaz bir yer haline gelmiştir. Her şeyin sonu gibi görülen bu andan itibaren bilim insanları yönetimi ele almış ve mahkumları denek olarak kullanmaya başlamışlardır. Deneyin amacı: Zamanda yolculuk yaparak insanları geçmişe göndermek ve 3.Dünya savaşı tekrar patlak vermeden önlemektir ancak bu deney yalnızca Davos Hanich üzerinde başarıya ulaşır. Hanich’in zaman yolculuğu deneyinde başarılı olmasının sebebi ise savaş öncesinde bir kadın ile kurduğu saplantılı bağdır.

 Bu filmi benim gözümde değerli kılan en önemli nokta Fotoğrafların da en az sinema kadar güçlü olabileceğidir. Yarattığı dünya ve yakalanan atmosfer eşsiz bir şiir gibi. Destekleyici yan unsurlarla birlikte fotoğraflara ruh katan bu distopik fotoroman, temelinde saplantı ve bellek arasındaki ilişkiyi konu alır. Marker filmde, ‘’imkânsız belleği, delirmiş belleği tanımlayabilen tek film’’ olarak yazdığı Vertigo’ya göndermelerde bulunur. ‘’Neyin filmini çekeceğimizi film bitmeden bilemeyiz diyen Chris Marker’ın filmleri, ölüm ve yaşam döngüsü arasında zamanın spiralini oluşturur. Göndermeler yapmayı bir tarz olarak benimsemiş Marker için La Jatee ve Ugetsu ikilisi çok önemli bir yerdedir. Özellikle de La Jetee deki güçlü gölge ve ışık tekniğiyle izleyiciyi kendisine çekmeyi başarmıştır. Örneğin Davis’in hasta yatağında yattığı sahnede çok yüksek bir ışık süzmesi kareyi aydınlatıyor. Bir sonraki karede mimiklerden anlaşılacağı üzere; hafif karartılan bilim insanlarının yüz hatları mükemmel bir şekilde gölge oluşturularak Alman dışavurumcu estetiğine de gönderme yapıyor.

 Chris Marker ve kurduğu distopik dünya (1984, Fahrenheit 451, Cesur yeni dünya vs.) olduğu gibi bilim insanlarını insanlığın kaderini belirleyen kötü insanlar olarak tasvir etmiştir. Film bize savaştan çok geçmişin saflığı, şimdiki zamanın vahşeti ve geleceğin belirsizliğini sorgulatır.

 Son olarak toparlamak gerekirse La Jetee, duygularımızı harekete geçiren ve aynı zamanda seyirciyi sorgulamaya yönelten güçlü bir bilim kurgu filmi veya yönetmenin kendi tabiriyle fotoromanıdır. İzlerken tüylerinizi ürperten, farklı anlatım tekniğiyle sinema tarihinde yerini almıştır.


‘’ Sıradan Anları hatıralardan ayıran bir şey yoktur, ne zaman ki o anların açtığı yaralar sızlar, hatıra değeri kazanır.’’

Yorum Gönder

0 Yorumlar